Ezber Bozan Organizasyonlar Yaratmak
Bugün biraz asilikten bahsetmek istiyorum, evet yanlış duymadınız ‘’asilik’’ … Şu aralar ‘’Rebel Talent’’ diye bir kitap okuyorum sanırım biraz fazla ilhamlandım :) Henüz kitabın başlarındayım ancak kitap, isminden de anlaşılacağı üzere iş dünyasındaki asileri, ezber bozanları, kural yıkanları anlatıyor. Kurallar? Bu kadar kurala ihtiyacımız var mıydı? Geleneksel yöntemleri uygulamaktan ne zaman tam anlamı ile vazgeçebilecek ve gerçek anlamda birer asi olabilecektik? Biraz buralarda gezinmek istiyorum…
Mesai 09:00’da hatta bazı şirketler için daha da erken başlar. Günde 8 saat çalışmak gerekir, herkes aynı çalışma koşullarına uyum sağlamalıdır… Tanıdık geldi mi? Ben oldum olası kendi adıma bu kurallara uyma konusunda genelde sıkıntı yaşayan birisi olmuşumdur. Mesela sabah erken uyanmayı hiç sevmem; sirkadiyen ritmi (günün 24 saatte bir tekrarlanan doğal uyku-uyanıklık döngüsü) baykuş olanlardanım. Meslek hayatım içerisinde çeşitli kurallara maruz kalmak durumunda olduğum yapılarda yer aldım. Bunların bazılarında giydiğim topuklu ayakkabının topuk uzunluğunun kaç cm olması gerektiğine dair belirli kriterler bile vardı. Ancak hiçbir zaman gösterdiğim performans ile bu kuralların bir bağı olduğuna inanmadım… Tam tersi bu tarz kısıtlamaların kendi performansımı oldukça düşürdüğüne şahit oldum. O dönemlerde herkesin yürüdüğü yol böyle bir yol olduğundan, mesainin başlangıç saati, kıyafet kuralları, bürokrasi vb. sorgulanamaz sanmamdan ben de bir şekilde akışa bırakmıştım kendimi. Ancak bir türlü aklıma yatmıyor ve içime sinmiyordu. Derken bana ezber bozduran çeşitli şirketlerde yer alma şansını elde ettim ve farklı dünyalar görmeye başladım. Bu yolcuğum beni sonunda ’Agile koç’’ yolculuğuna sürükledi ve iyice standart dışı, hatta ekstrem sayılabilecek uygulamalara tanık olmaya başladım. Bu çılgın şirketlerin geleneksel şirketlerden oldukça farklı uygulamaları vardı. Biraz açalım…
İnsanların sirkadiyen ritimlerine uygun bir şekilde çalışmalarını destekleyen yapılar olduğunu keşfettim, yani mesaiye kaçta geldiğiniz değil, ürettiğiniz değer, çıktılar önemliydi. Kimse gün içerisinde kaç saat masa başında, bilgisayar başında olduğunuzla ilgilenmiyordu; önemli olan ortak amacı gerçekleştirmek, takımca ürün hedefine ilerlemekti. Bu şirketlerin en büyük farklarından birisi de ‘’output’’ metriklere değil yani kaç saat çalıştın, kaç adet iş bitirdin değil de; ‘’outcome’’ odaklı metriklere daha fazla önem vermeleriydi; çünkü 10 adet iş bitirmenin üretilen değerle hiçbir ilgisi olmadığının farkındaydılar. Pizzacı örneğini hatırlayalım, diyelim ki sizinle sevimli bir pizzacı açtık. Yeni girişimimizin başarılı olup olmadığını anlamak adına hangi metrikleri tutardık? Saatte üretilen pizza sayısını ölçüyor olabiliriz, daha fazla üretim harika değil mi? Ya da mutfakta kaç çalışan var ve kaç saat pizza üretimi yapıyorlar, daha çok insan, daha fazla mesai saati aynı çok üretim gibi iyi değil mi? Sizi üzeceğim ancak kocaman bir HAYIR! Bu metriklerin hiçbirisi yarattığımız değerle ilgili bir şey söylemiyor. Bu metriklerin hepsinde başarılı olunmasına rağmen pizzacımız batıyor olabilir, çünkü metriklerimiz müşteriler ile ilgili hiçbir adımı kapsamıyor. Peki outcome odaklı metrikler neye benzerdi? Kaç adet pizza satabiliyoruz? Her bir pizzadan ne kadar kar elde ediyoruz? Müşterilerimiz ne kadar mutlu? Pizzamız ne kadar lezzetli, müdavimlerimiz var mı? Gelenler başkalarına bizi öneriyor mu? Müşterilere ne kadar hızlı servis yapabiliyoruz? Teslimat süremiz nedir? Ne kadar malzeme boşa gidiyor, çöpe atıyoruz? Şimdi sunduğumuz hizmetin ve ürünümüzün kalitesine dair bir şeyler konuşmaya başladık değil mi? Farkındaysanız bu metriklerin hiçbirisi işin kendisini ölçmeye odaklanmıyor, işin sonuçlarına odaklanıyor.
Şimdi kendi gerçekliğiniz ile bahsettiğim örnekleri karşılaştırdığınızda nasıl hissediyorsunuz? Amiyane bir tabirle siz günde 8 saat aralıksız çalışıyor, sabahın köründe ofise gidiyor ya da masanızın başına geçiyor olabilirsiniz, ancak bunların hiçbirisi ürettiğiniz değerle bağlantılı değil. Çılgın diye bahsettiğim şirketler çalışanlarına aynı varlıklarmış gibi davranmıyorlar. Yani herkesin öznelliğinin de farkındalar; bu sebeple tüm çalışanlarının birbirlerine benzemesi için uğraşmıyorlar. Tam tersi çalışanlarının farklılıklarını kucaklayarak onlara uygun sistemler hayata geçiriyorlar.
Eee hadi mi? Biz ne zaman bu çılgın şirketlerden daha fazla görmeye başlayacağız? Ezber bozabilmek için gereken cesareti bulmak dileğiyle…
Yorumlar