Şirketler yeni normale hazır mı?
Dünya, aniden ve yıkıcı gelen Covid-19 salgınının etkisi altına girdi. Salgın, zaten çok yüksek olan değişim hızını ve bilinmezliği olağanüstü boyutlara taşıdı. Bugün bırakın 1 yılı, 3 ay sonra bile bizleri nasıl bir dünyanın beklediğini kestirebilmek neredeyse imkansız. Peki gündelik hayatın olmazsa olmazı ürün ve hizmetleri sunan şirketler böyle bir ortamda ayakta kalabilmek için nasıl yönetilmeli?
Uzaktan çalışmanın bir anda norma dönüşmesi, sosyal mesafeyi korumayla ilgili alınması zorunlu tedbirlerden ötürü hayatın adeta durma noktasına gelmesi gibi pek çok faktör şirketlerin çoğunluğunun paralize olmasına sebep verdi. Alışıla geldik “kriz yönetimi” moduna geçen pek çok şirkette birer “kriz masası” kurulmuş durumda. İletişim Profesörü Steven Venette krizi “eski sistemin sürdürülebilirliğini kaybettiği bir dönüşüm süreci” olarak tanımlıyor. Şirketler gerçekten de bu krizi eski sistemi sürdürerek atlatabilecek mi? Organizasyonların “doğru” kararları “hızlı” verebilmesi değişim hızı, karmaşıklığın boyutu ve organizasyonun ölçeğiyle ters orantılı. Diğer bir deyişle büyük ölçekli hiyerarşik organizasyonların değişim adaptasyonunu en çok bugünkü gibi kompleks ortamlar zorluyor. Covid-19 salgınından ötürü kriz masası yaklaşımıyla ve “hata yapmama” motivasyonuyla ipleri eline alma eğiliminde olan geleneksel yönetimler şirketlerin önünü açmaktan ziyade “karar alma felci” olarak tanımlanabilecek bir darboğaz haline dönüşebilir.
Çeviklik alanında öncü uluslararası kuruluşlardan olan Business Agility Institute iş çevikliğini “bir organizasyonun değişimden yaratıcı bir şekilde istifade ederek müşterilerinin lehine değer yaratabilme kapasitesi” olarak tanımlıyor. Çevik dönüşümden geçen organizasyonlar geleceği tasarlarken ilk olarak ürün ve hizmetlerini merkezde tutan yaklaşımı bırakıyor ve müşterinin karşılanmamış ihtiyaçlarını her düşüncenin başlangıcı olarak kabul etmeyi öğreniyor. Yani bugünkü gibi değişim hızı ve bilinmezliğin yüksek olduğu ortamlarda soruyu “Mevcut ürün ve hizmetlerimizden gelir elde etmeyi nasıl sürdürebiliriz?” şeklinde değil de “Geldiğimiz noktada ürün ve hizmetlerimizi müşterilerin evrilen ihtiyaçlarına göre nasıl adapte etmeliyiz?” şeklinde soruyor. Burada kilit kelime “adaptasyon”. Çevik organizasyonlar uzun dönemli stratejik yol haritası çıkarırken bir yandan da “sprint” adı verilen 1-4 haftalık çalışma dönemlerinde iş planlarını düzenli olarak gözden geçiriyor ve müşterinin değişen ihtiyaçlarına yönelik en değerli işleri önceliklendiriyor. Bunu da kararların yukarıdan alınıp aşağı iletildiği hiyerarşik bir yönetim anlayışını terk edip müşteriye en yakın birimleri yetkilendirerek yapıyor. Böylece uygulamaya dönük kararlar hem çok daha hızlı hem de müşteri odaklı olarak alınabiliyor ve organizasyon da sancılı değişim dönemlerinden güçlenerek çıkabiliyor. Bununla birlikte yetkilendirilen çalışanların üretkenlik ve bağlılığının artmasıyla organizasyonel verimlilik de kayda değer oranda iyileşiyor.
Covid-19 salgının ne zaman sona ereceğiyle ilgili farklı tahminlere rastlamışsınızdır. İyimser olanlar havalar biraz daha ısınınca birkaç haftaya hayatın normale döneceğini düşünüyor. Daha temkinli olanlar durumun birkaç haftadan fazla süreceğini ama yaz başında normale dönüleceğini öngörüyor. Daha karamsarlar ise bu durumun aylarca devam edebileceğini, hatta 2021’e sarkabileceğini düşünüyor. Hepsinde ortak olan beklenti ise şu: “Durum er ya da geç ‘normal’e dönecek.” Gerçekten de öyle mi?
Saygın bir mecra olan MIT Technology Review internet sitesinde 17 Mart’ta yayınlanan bir çalışma pandeminin yayılma hızına yönelik farklı matematiksel simülasyonlara yer veriyor, ve şu cümle ile son buluyor: “Bu, geçici bir yıkım (disruption) değil. Aksine bambaşka bir yaşamın başlangıcı.1 ” Yani sosyal mesafenin hayatımızı uzunca bir süre şekillendirmeye devam edeceğini söylemek mümkün. Bu yüzden şirketlerin bu “yeni normal”i bir an önce kabullenmesi ve olağanüstü hızda adapte olması kaçınılmaz bir gerekliliğe dönüşüyor. Çünkü ne yazık ki her geçen gün pandemiden kaynaklanan ekonomik bir tsunaminin yaklaştığını söylemek yanlış olmaz.
Salgının ekonomiyi nasıl etkileyeceğine dair üzerinde genel olarak hemfikir kalınan 4 boyut şu şekilde özetlenebilir:
- Tedarik zincirlerinin kırılması: Üretim için ara mamul tedarik edilen ülkelerden salgın nedeniyle üretime ara verilmesi. İstihdam kaybı, arzın azalması ve etkilenen sektörlerde de üretimin durması ile zincirleme bir reaksiyondan bahsetmek mümkün.
- Hasta ve kayıplardan ötürü talepte ve iş gücünde daralma: Henüz sınırlı bir etki söz konusu ama yakın gelecekte durum değişebilir.
- Karantinadan ötürü getirilen kısıtlamalar: Kısa vadede etkisi en büyük olacak faktör. Alınan tedbirlerden ötürü özellikle hizmet ve ticaret sektörlerine ve bu sektörlerde çalışanlara oldukça ağır bir etki söz konusu. İstihdamın yarıdan fazlasının hizmet sektöründe olduğunu hatırlamak yeterli…
- İşsizlik ve talep daralması: Maalesef en tehlikeli boyut. Çarkların durmasının etkisini orta ve uzun vadede artan işten çıkarmalar ve neticesinde ortaya çıkacak talep daralması şeklinde görmemiz olası.
Öte yandan 2019 başından bu yana giderek daha yüksek sesle dillendirilen ve 2020 sonunda başlaması öngörülen global ekonomik resesyonun öne çekileceği de yapılan tahminler arasında. Son 2 aydır dünya borsalarında yaşanan sert düşüş tehlike yaratan değil ama tehlikeyi yansıtan bir gösterge olarak değerlendirilebilir. FED başta olmak üzere merkez bankalarının faiz oranını “0”lara çekmesi ve ABD hükümetinin 2 trilyon dolarlık rekor kurtarma paketiyle piyasayı nakite boğması da 2008 ekonomik krizini fazlasıyla hatırlatıyor. Bu durumda yabancı yatırımcıların riskli gördükleri Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden çekilme eğilimi ise ülkemiz için kur riskini artıran önemli bir faktöre dönüşebilir. Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında ekonomisinin kırılganlığı çok daha yüksek olan ülkemizde salgının etkisinin de daha derin hissedilebileceğini söylemek mümkün.
13 Mart’ta Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Covid-19 ile ilgili bir basın toplantısında konuşmacılardan birisi de DSÖ Acil Sağlık Birimi Başkanı Dr. Michael Ryan’dı. 25 yıldır dünyanın karşılaştığı akut ve yaygın sağlık problemleri ile savaşan Dr Ryan’a Batı Afrika’da Ebola krizi baş gösterdiğinde deneyiminin neler olduğu soruldu. Ve Dr Ryan sadece 1 dakikada unutulmaz bir liderlik dersi verdi:
“Hızlı ol. İlk hamleyi yapan sen olmalısın… Harekete geçmeden önce haklı olduğundan emin olmak istersen asla kazanamazsın. Acil durum yönetimi söz konusu olduğunda mükemmeliyetçilik iyinin düşmanıdır. Hız, mükemmelden üstündür. Ve problem bugün içinde bulunduğumuz toplumda herkesin yanlış yapmaktan korkuyor olması. Herkes hatanın sonucundan korkuyor. Ama en büyük hata hareketsizlik. En büyük hata, hata yapma korkusundan paralize olmak. Ebola krizini düşündüğümde öğrendiğim tek ve en büyük ders buydu.2”
Günümüzdeki belirsizlikleri dikkate alınca Dr Ryan’ın Ebola ile ilgili çıkardığı ders şirketler için de altın değerinde bir tavsiye. Kriz masası yaklaşımıyla hata yapmama adına yetkinin daha da tek elde toplandığı ve her türlü gündelik kararın yönetim tarafından alınıp aşağı aktarıldığı yaklaşımlar yönetimleri darboğaza dönüştürerek karar alma felcine sebebiyet verebilir. Maliyet odaklı kriz dönemi yönetim anlayışıyla verimlilik hedeflenirken kriz masası dışında kalan çalışanların kolektif kapasitesi devre dışı bırakılıyor olabilir. Bu da tam aksine çok daha büyük bir verimsizliğe sebep verebilir.
Her kriz şirketler için beraberinde büyük fırsatlar da getirir. Bu yüzden yönetimsel bir çerçeve çizerek kararları olabildiğince çalışanlara bırakan, böylece müşteriyi merkeze alarak organizasyondaki kolektif kapasiteden en üst düzeyde istifade eden ve değişime en hızlı tepki verebilen şirketler bu krizden daha da güçlenerek çıkabilir. Yani salgının geçmesini beklemektense “yeni normal”e uyum sağlayarak çeviklikle bir an önce tanışıp hayata geçirmek şirketler adına kriz yönetimi ve sonrası için en sağlıklı seçenek olabilir. Çünkü tek kriz salgının kendisi olmayabilir; bizi asıl sonrasında etkisini uzun süre hissettirecek büyük bir global ekonomik kriz de bekliyor olabilir.
Referanslar
[1] https://www.technologyreview.com/s/615370/coronavirus-pandemic-social-distancing-18-months/
[2] https://www.rev.com/blog/transcripts/world-health-organization-covid-19-update-march-13-2020
*Yazının Fortune Nisan 2020 sayısında yayınlanmış orijinal haline buradan erişebilirsiniz.
Yorumlar