Sprint Yorgunluğu
”Bir heyecanla ve azimle başlayan ilk Sprint’lerde koçların, Scrum Master’ların ya da bazı takım üyelerinin “Kapasitenin üstünde iş almayalım bence…” sözleri uzay boşluğunda yok olup gidiyor. Sanırım buradaki en kritik soru şu: “Kapasite nedir?
“Biz 1 Sprint dinlensek olmaz mı?“ Tanıdık geldi mi cümle? Maalesef uzun süre koştururcasına çalışan birçok takımda bu soru soruluyor ya da kimse ifade etmek istemese de içinden geçiriyor. Bir heyecanla ve azimle başlayan ilk Sprint’lerde koçların, Scrum Master’ların ya da bazı takım üyelerinin “Kapasitenin üstünde iş almayalım bence…” sözleri uzay boşluğunda yok olup gidiyor. Sanırım buradaki en kritik soru şu: “Kapasite nedir?”
Sıklıkla, takımdakiler o Sprint’te kaç gün varsa, o süreyi tamamen kullanabileceklerini varsayarak “Hallederiz!” deyip işleri alıyor. Örneğin takımın hızı geçtiğimiz Sprint’lere bakınca ortalama 50 Story Point olsun ve ardından o mükemmel diyalog gelsin:
+ Bu Sprint’te bu civarda iş alalım o zaman.
– Tamam ama ben 1 gün izinliyim.
+ Benim de 2 gün eğitimim var.
– Ben de bıdıbıdı çalışma grubundayım, 1 gün eksik düşünün beni de.
+ Tamam işlere bi bakalım, ona göre alırız.
(ALAMADILAR)
Alamıyorlar çünkü en temeldeki bakış açısı farklı. Yukarıdaki diyaloğun temelinde adam/saat yaklaşımı var. Bu yanlış bir yaklaşım mıdır? Hayır. Her şey sabit olduğu sürece adam/saat yaklaşımı gayet tutarlı ve mantıklı olabilir. Ancak yapılan işlerin karmaşıklığına bir de insan faktörü eklenince o kadar da stabil bir ortam oluşmamış oluyor maalesef. Bir işi yapmaya başlayınca altından bir o kadar iş çıkıyorken, herkesin farklı yetkinlikleri ve tecrübeleri varken, adam/saat üzerinden bir şeyleri hesaplamaya çalışmak bence çok büyük bir iyimserliktir. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini, her şeyin en ideale göre ilerleyeceğini varsaymaktır. Ahmet’in Barış kadar tecrübesi olduğunu ve o işi aynı sürede yapabileceğini, Duygu’nun hiç hasta olmayacağını, Umut’un daha önce benzer bir işi çok kısa sürede çözdüğünü o halde şimdi de çözebileceğini düşünmeyi herkes ister tabii ki ama gerçek hayatta işler pek bu şekilde yürüyemiyor.
Yılların verdiği alışkanlıkla ister istemez işin eforunu direkt süreye bağlamak istemenin bir sonucudur aslında bu diyalog. Süre önemsiz mi? Tabii ki en önemli faktörlerden biri ama sadece BİRİ. Bu yüzden Poker Planning, T-Shirt Sizing gibi yöntemleri kullanırken sürenin yanında işin karmaşıklığı, belirsizliği, o konudaki tecrübe düzeyi, bağımlılığı vb. faktörleri de göz önünde bulunduruyoruz. Bu yüzden “Takım Hızı” dediğimiz şey sadece süre değil. Bu yüzden Sprint süresini son saniyesine kadar kullanacak bir planlama değil, takımın kapasitesi doğrultusunda buffer süresi de bırakacak bir planlama yapıyoruz. Buffer herkesin kendince yorumladığı bir alan olsa da bana göre öngörüleyemeyen işler için ayrılan süredir. Bildiğimiz bir şeyse zaten onu yazıyor, gösteriyor olmamız lazım (bkz. Transparency). Değilse o iş Buffer kara deliği içerisinde, görünemeden yok olup gitmeye mahkumdur. Zaten “Sprint Yorgunluğu” denilen kavramın da çıkış noktası budur. Buffer dediğimiz kısım, öngörülemeyen işler kadar sizin nefes alabildiğiniz, kendinizi geliştirmek için bir şeyler yapabildiğiniz, okuyabildiğiniz zaman dilimidir de. Siz bu zaman dilimini zaten bariz bir şekilde görünen, yapılacak işlere ayırırsanız “Biz 1 Sprint dinlensek olmaz mı?” demeniz gayet doğaldır.
Yorumlar