Yangınlar Karşısında Ülkede Çeviklik
Temmuz ayında başlayan ve halen yer yer devam etmekte olan yangınlar konusunda birçoğumuz gibi ben de sürekli gelişmeleri takip eder ve kendimi çaresiz hisseder durumdaydım.
Bunun psikolojik olarak beni etkilemesinden olsa gerek, geçen hafta bir gece, sabah 04.30 sularında “yangın koridoru” diye diye uyandım… O anda içinden ülkece geçmekte olduğumuz bu durum karşısında yaşadıklarımız, sabahın o saatinde bu kez çeviklikle ilgili olarak aklıma bir kez daha düştü ve “Bu yansımaları unutmayayım, telefona not alayım, aklımdan uçmasın” diyerek kısa birkaç notu telefonuma yazdım ve uyumaya devam etmeye çalıştım. Umarım o uyku mahmurluğu ile hepsini not almayı başarabilmişimdir :)
Öncelikle bu yazının siyasi bir yön çizme amacı taşımadığının altını çizmek isterim. Sadece ülkemin bu yangın anındaki davranışlarını çeviklik gözü ile kendi gözlemlerim doğrultusunda değerlendirmek, kendimce ‘retrospective’ini yapmak ve tıpkı kendi organizasyonlarımızda olduğu gibi kamuda çevikliğin neler sağlayabileceği konusunda farkındalık yaratmak istedim. Bu vesile ile canı pahasına bu sürece destek olan herkese minnettarım ve teşekkürü borç bilirim.
Yangınlarda ilk müdahale (time-to-market) ne kadar gecikirse o kadar kontrol edilmesi zor bir hal alıyor; daha fazla kayba sebep oluyor ve daha fazla efor gerekiyor. Organizasyonlarımızda ürettiğimiz ürün/hizmetlerin pazara çıkma süresi gibi… Ne kadar geç çıkarsak o kadar fazla risk ve rekabette farklı firmaların pazarı fethetme ihtimali ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu durumda pazarı yeniden kazanabilmek için çok daha fazla efor gerekebiliyor. Hatta bazen yeniden kazanabilmek mümkün olmuyor, örneğin yangınlar... Peki bu pazara çıkma süresini iyileştirmek adına ülkece neler yaptık, birkaçını değerlendirelim:
Pek çok organizasyonda duyduğumuz “Çeviklik xxx sektöründe/şirketinde olur, bizde mümkün değil…” gibi “Bu kadar çok kişi, bu kadar hızlı bir şekilde organize olabilir mi?” sorusunun yanıtı ülkemin elini vicdanına koyan vatandaşlarından geldi. Peki bu nasıl oldu? Amaç/vizyon çok anlaşılır, net idi: “Hepimizin geleceği, sayısız hayvanımızın yuvası, ciğerlerimiz olan ormanlarımızı kurtarabilmek” ve bu vizyon herkesi yüreğinden yakaladı. Hal böyle olunca kimisi elleri ile toprak atarak, kimisi pet şişelerde su taşıyarak, kimisi yangından mağdur olmuş insanlarımızın yardımına koşarak, arabaları, tekneleri ile bölgelerdeki insanların ve hayvanların boşaltılmasına destek olarak elinden ne geliyorsa yaparak sürece dahil oldu. Vizyon net olduğunda ve herkese kalben ulaştığında (burada iletişimin ve teknolojinin de çok faydasını gördük) insanlar kendi kendine hızlıca organize olarak değer yaratmayı başardı.
Bu kendi kendine organize durumu daha da yayılarak uçaklarımızın bakımını yapabilecek ve onları uçurmaya gönüllü olabilecek emekli teknisyen ve pilotların bir araya gelebilmesine kadar vardı. Fakat bu noktada onay süreçleri devreye girdi. Bu durumu aşağıdaki şemaya benzetiyorum:
Kaynak: Acm Agile
Kendi kendine organize olmuş birçok çevik takım var fakat organizasyonda çeviklik takımlar seviyesinde sınırlı kaldığında, süreçler bu dönüşümde ele alınarak çevikliğe adapte edilmediğinde tıpkı takımların bu bürokratik süreçlere takılarak yine ‘time-to-market’ta istenilen noktaya gelememesi gibi bir ülkenin işleyişinde de benzer beklemeler devreye girerek süreci yavaşlatabiliyor.
Bir diğer konu da silolaşma dediğimiz, durumlar karşısında halen eski keskin rol alışkanlıklarının ve suçlu arama bakış açısının takımlarda ve organizasyonlarda devam etmesi… “O benim sorumluluk alanımda değil, ben üstüme düşeni yaptım, o yapmadı…” gibi. Yangında da maalesef benzerlerini yaşadık: “O bölge bizim sorumluluğumuzda değil…” şeklinde üretkenliğe bir katkısı olmayan suçlama kültürünün halen devam etmesi… Tüm bu tartışmalar da yangına müdahale hızımızı etkiledi.
Organizasyonlar çeviklik yolunda adımlar atmaya başladığında bünyelerindeki bazı yetkinliklerde darboğaz yaşayabiliyorlar. Bu yetkinliklerden yeterince ellerinde olmadığında paylaşımlı destek alabilmenin ve bu süreçte de bu yetkinliği çoklayabilmenin, yetiştirebilmenin yollarını aramaya başlıyorlar. Bireyler ‘Comb-Shape’ vizyonunu benimseyerek yetkinliklerine yenilerini etkileyerek önce 'T-shape' ve sırası ile 'Pi-Shape', 'Comb-Shape' olabilmenin yolunu tutuyorlar.
Burada birlikte çalışma (gölgeleme), iş başında eğitim, ‘re-skilling’ eğitimleri gibi yaklaşımlar devreye giriyor. Yangın gibi bir felakette de herkes iyi niyetle bir şeyler yapmak isterken hizalanma olmadığında aşağıdaki görseldeki sağ alt kadrandaki gibi durumlar ortaya çıkabiliyor:
Kaynak: Henrik Kniberg
Ama bu durumda elinizden gelebilecek şeyler varken engellenmek değer yaratımının da önüne geçebiliyor. Bu durumda yangınların günlerce sürmesini baz alarak söylüyorum, biraz daha çevik olabilsek “re-skilling” gözü ile gönüllülere kısa bazı temel eğitimler verebilsek ve hizalanmaya odaklansak (Gönüllüleri iaşe, veterinerlere destek [hayvanların sakinleştirilmesi, taşınması, tutulması...vb.], yerleşim yerlerinin boşaltılmasına destek, iletişimin sağlanması, su taşınması gibi konulara yönlendirsek) gönüllüleri engellemek yerine sahalara kazandıramaz mıydık?
Örnekler çoğaltılabilir. Özetle beni yaralayan, yukarıdakine benzer durumlarda çevikliğe sahip olmamamızdan ötürü kaybettiğimiz vakit, yüzbinler seviyesinde hektarlarca ormanın kül olmasına, bizlere bu ormanları bırakabilmek için canı pahasına çalışan insanların canlarına, ağaç ve hayvanlarımızın canlarına mal oldu. Maalesef bu durum geri alınabilir de değil… Üzücü olan her yıl kaç adet orman yangını yaşamamıza rağmen ‘retrospective’ yapmayarak, önlenebilir olan bu faciayı önleyebilecek aksiyonları hem bireysel olarak çevreye duyarlı davranma alışkanlığı kazanmayarak, hem de kamusal olarak gerekli techizat ve planlama yatırımlarını yapmayarak almamış olmamız…
Bir sonraki yangın bizi yakalamadan, bireysel olarak hayatımızda neyi değiştirmenin sözünü veriyoruz?
Yorumlar