Agile'ın Üretkenlik Paradoksu
“Bilgisayar çağını her yerde görebiliriz ancak üretkenlik istatistikleri hariç.”
1987’de Nobel ödülü kazanan Robert M. Solow’un bu sözü, ekonomi literatürüne “Üretkenlik Paradoksu” (Productivity Paradox) olarak kazandırdığı kavramın bir özetiydi. 1980’lerde bilgi teknolojilerinin kullanımının kayda değer bir üretkenlik artışı yansıtamaması bir paradoks olarak adlandırılmıştı.
Nedenleri üzerindeki araştırmalar sonucunda da tespitler kısaca şuraya varıyordu: eğer organizasyonunu (bunu mevcut fiziksel, davranışsal ve kültürel yapılar olarak yorumlayabiliriz) getirdiğin yeni teknolojiye göre düzenlemiyorsan, o yenilikten optimum sonuç almayı bekleme.
Bu noktada, hiç yorum katmadan, Tim Harford’un “Modern Ekonomiyi Şekillendiren Elli İcat” kitabından parça parça alıntılar paylaşacağım.
Özellikle Agile dönüşümler içinde olanlar için hikayenin çok tanıdık geleceğini düşünüyorum. Sonrasında da oraya bağlayacağız. Şimdi söz Tim’de:
*****
…yüz yıl geriye bakalım. Başka bir olağanüstü yeni teknoloji hayal kırıklığı yaratıyordu: elektrik.
Bazı şirketler elektrik dinamolarına ve motorlarına yatırım yapıyor ve bunları iş yerlerine yerleştiriyorlardı. Yine de verimlilikte bir artış olmuyordu.
…1880’lerin başında ilk elektrikli motorlar imalat makinelerine güç sağlamak için kullanılır hale geldi. Ancak 1900 yılına gelindiğinde, Amerikan fabrikalarındaki mekanik tahrik gücünün %5’inden azı elektrik motorlarından geliyordu. Çoğu fabrika hala buhar çağını yaşıyordu.Buhar gücüyle çalışan bir fabrika dehşet verici olmalıydı. Mekanik güç, tek bir buhar motorundan geliyordu. Motor, fabrika boyunca uzanan bir merkezi çelik tahrik milini döndürüyordu. Bu milin dışarıya uzanıp ikinci bir binaya girdiği fabrikalar vardı. Kayışlar ve dişliler vasıtasıyla ana mile bağlanan yardımcı miller, çekiçleri, delgeçleri, presleri ve dokuma tezgahlarını hareket ettiriyordu.
Bazı fabrika sahipleri, yakındaki bir üretim istasyonundan temiz ve modern bir güç kaynağı olan elektriği çekerek, buhar motorunu elektrik motoruyla değiştirdi. Böyle büyük bir yatırım yaptıktan sonra maliyetlerin düşmediğinden yakınanlar çoktu. İnsanlar eski buhar motorlarından vazgeçmek bir yana yenilerini kurmaya devam ediyordu. 1910 yılına kadar pek çok girişimci, eski buhar motor sistemine ve yeni elektrik tahrik sistemine bakıp eski moda buharı seçmişti. Neden?
Cevap şuydu: Fabrika sahiplerinin elektrikten fayda sağlaması için farklı bir şekilde düşünmesi gerekiyordu. Tabii ki elektrik motorlarını, buhar motorlarını kullandıkları gibi kullanabilirlerdi. Eski sistemlerine uyum sağlıyordu. Ancak elektrik motorları ile daha fazlasını yapabilirlerdi
.…fakat (ki bu büyük bir “fakat”tır) bu sonuçları yalnızca buhar motorunu çıkarıp yerine bir elektrik motoru koyarak elde edemezdiniz. Mimari yapı ve üretim süreci de dahil olmak üzere herşeyi değiştirmeniz gerekiyordu…
Fabrika sahipleri anlaşılabilir nedenlerden dolayı değişim konusunda tereddüt ediyorlardı. Doğal olarak mevcut sermayelerini çöpe atmış olmak istemiyorlardı. Belki de sadece herşeyin bu yeni teknolojiye uyarlanmak durumunda olduğu bir dönemin yaklaştığını anlamakta zorlanıyorlardı
.…daha fazla fabrika sahibi, elektrik motorlarından en iyi şekilde yararlanmayı öğrendikçe imalatla ilgili yeni fikirler yaygınlaştı. 1920’lere gelindiğinde, Amerikan imalat verimliliği, daha önce ya da o zamandan beri hiç görülmemiş bir şekilde yükseldi. Bu tür bir atılımın yeni bir teknolojiyle açıklanabileceğini düşünebilirsiniz. Ama hayır. Bir ekonomi tarihçisi olan Paul David bu durumu çoğunlukla üreticilerin yaklaşık yarım asırlık bir teknolojiyi nasıl kullanacaklarını nihayet anladığı gerçeğine bağlar. Bütün sistemi değiştirmeleri gerekiyordu: Binalar, lojistik sistemi ve personel politikası elektrik motorlarından yararlanmak için dönüştürüldü ve bu yaklaşık elli yıl sürdü.
Herşeyi değiştirmek zaman alır, hayal gücü ve cesaret ister, bazen de sadece çok sıkı çalışmayı gerektirir.
*****
Şu an yokluğunu bile düşünmek istemediğimiz elektriğin hikayesi bu şekilde. Aynı durum daha sonra bilgi çağında da ortaya çıkıyor. Yine aynı bölümden bir alıntı:
*****
Erik Brynjolfsson ve Lorin Hitt adlı iki ekonomist, bilgisayarlara yatırım yapan birçok şirketin bundan çok az kazanç sağladığını ya da hiç sağlamadığını ancak büyük kazançlar elde eden firmalar da olduğunu gösteren bir araştırma yayınladı. Aradaki farkı yaratan neydi? Bilgisayarlar bazı şirketlerde işe yararken bazılarında neden işe yaramamıştı? Bu tam bir muammaydı.
Brynjolfsson ve Hitt çözümlerini açıkladı: Önemli olan şirketlerin yeni bilgisayarları kurarken onların potansiyellerinden faydalanmak için yeniden organize olmaya istekli olup olmadıklarıydı.
*****
Hikaye tanıdık geldi mi?
Şimdi aralardan bazı ifadeleri Agile dönüşümler açısından değerlendirelim.
Artık çok büyük bir çoğunluk, yeni iş yapış normali olarak Agile konusunda hemfikir (tarihin bir anında bilgisayar kullanımı konusunda olduğu gibi), aynı şekilde henüz hemfikir olunamayan nokta ise, Agile’ın organizasyona daha geniş yansımasının ne derecede olacağı.
"…bu sonuçları yalnızca buhar motorunu çıkarıp yerine bir elektrik motoru koyarak elde edemezdiniz."
Nasıl sadece buhar motorunu çıkarıp yerine elektrik motoru koymanın kazandırdığı fayda paradoks denilecek kadar sınırlıysa, sadece birkaç takımda eski pratikleri Agile pratikler ile değiştirmek fayda açısından -her ne kadar takım seviyesinde kendi etki alanlarında fayda gösterse de- oldukça sınırlı kalmaktadır.
“…elektrikten fayda sağlaması için farklı bir şekilde düşünmesi gerekiyordu.”
Agile yapmak (doing Agile) ve Agile olmak (being Agile) kavramlarını hatırlarsanız, aslında aynı konuya vurgu yaptığını göreceksiniz. Bir noktadan sonra organizasyonun farklı bir düşünce biçimini benimsemesi, fiziksel, davranışsal ve kültürel değişimlerle pratikleri desteklemesi gerekiyor ki, gözle görülür faydalar ortaya çıkabilsin.
“Önemli olan şirketlerin yeni bilgisayarları kurarken onların potansiyellerinden faydalanmak için yeniden organize olmaya istekli olup olmadıklarıydı.”
Sonuçta hepimiz hayatımızda bazı şeylerin bizim için daha iyi olabileceğini öngörüyoruz ya da biliyoruz ya da başkalarından görüyoruz. Asıl nokta sanırım burası: iyi de o şeyi yapmaya istekli miyiz? Burası, istermiş gibi yapmakla gerçekten istemek arasındaki farkın ortaya çıktığı alan.
Özetle, görüyoruz ki halen biz elektrik motorunun 1900’lerini yaşıyoruz. 1920’lere gelebilmek için daha yolumuz var. Şu an için sanırım ben de “Agile çağını her yerde görebiliriz ancak bazı istatistikler hariç.” dersem, belki seneye Nobel ödülünü bana verirler :). Eğer bu paradoksu aşmak istiyorsak, bu da, Brynjolfsson ve Hitt’in belirttiği gibi, bazı şeyleri daha farklı düşünmeye ve ele almaya istekli olup olmadığımıza bağlı.
Bu hikayede değinilmesi gereken önemli bir nokta daha var: hem elektrik motoru hem de bilgisayar çağında, organizasyonlarda değişimin akşamdan sabaha olmadığı. Agile dönüşümlerin de geçmişte yaşananlar gibi zaman alacak bir evrimsel yolculuk olduğunu görmek gerekir. (Bu konu başka bir yazının konusu olabilecek kadar uzun olabilir, bir sonrakine kalsın…)
Not: Umarım okumayı bitirdiğinizde, başlıktan etkilenip yazıyı Agile ve üretkenlik kalıbına indirgememişsinizdir. Eğer öyleyse lütfen bir kez daha okuyunuz. Vermek istediği bakış açısı daha da geniş.
Yorumlar